top of page

Algı kapıları

  • Yazarın fotoğrafı: Ersan Kaan Erçelik
    Ersan Kaan Erçelik
  • 13 Oca 2019
  • 2 dakikada okunur

Dünkü yazımızda, "Sözler, sözcükler gerçeğin kendisi değildir. Çoğu zaman gerçeğin maskeleridir." demiştim.

Dil konuşulurken yani konuşma diliyken, çoğu zaman bir koşuşturma içindedir. Sürekli olarak yaptığımız, kolayca kullandığımız tanımlamalar üstüne düşünmeyiz bile. Tanımlamalar ya sözcükler ya da nesneler için kullanılan sembollerdir aslında. Nesne deyince, hem zihnimizin ürünü olan, hem de dış dünyadaki bir varlığı, objeyi kastediyorum. Aslında biz bu varlığı, bir sözcük içinde muhafaza etme yoluna gidiyoruz. Bir nesneyi tanımlayarak, aradaki boşluğu kapatmak, o nesle ile sözcüğü örtüştürmek ve diğer nesnelerle ayrımını yapabilmek için ona özgü nitelikleri belirtiyoruz.

Bir nesneyi, bir düşünceyi zihnimizde soyut, yani genel olarak tasarladığımızda, hayalimizde onu yerli yerine koyduğumuzda kavramla karşılaşırız. İnsan hiçbir şey yapmadan, öğrenmeden, -bir nevi ağızlarından garip sesler çıkartarak- sözcükleri sadece üst üste koyarak bir kavramı algılayamaz. İnsanların, nesnelerin, olayların ortak, benzer özellikleri olduğunu görmesi, gözlemlenmesi sonucu ortak bir ad altında toplanan kavramlar, dünyayla bir nevi bağ kurmamızı sağlar.

Oysa dili o kadar yüzeysel yaşıyoruz ki... Sözcüklere tutunmadan hakikati görmeye çalıştığımızda, gerçekten dinlediğimizde, "algı kapılarını" temizlediğimizde... adlandırmadan görmeye başlayabiliyoruz. "Algı kapıları temizlenseydi her şey insana olduğu gibi görünürdü, sonsuz." diyor William Blake. Hakikat ile bağını yitirmiş, bağ dokularını koparmış hiçbir simge, çürümeden kurtulamaz.

İnsan sembollerle düşündüğü içindir ki, bu simgeler, aslında duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirtmeye çalışır. Bu yüzden bir kavramın üzerinde uzlaşmaya varılmış hâlidir, gösterimidir simge. Simgenin soyut kavramları, örneğin bir düşünceyi gösterdiği, anlamının da herkesçe bilindiği varsayılır. Oysa günümüz şiirine, edebiyatına baktığımızda, hatta günlük konuşmalarımızda bile bunun böyle olmadığı açıkça görülebiliyor. Sadece aynı şeyi bildiğimizi, belirttiğimizi düşünüp kendi algı dünyamızın yansımasından bahsetmiş oluyoruz.

Bir nesnenin belirgin niteliklerinin belirtilmesi söz konusu olduğunda herkes kendi tekniğini kullanabilir. Örneğin "yaşam" ya da "güneş" dediğimizde bir avukatın, şairin, fizikçinin, psikologun, mühendisin farklı tanımlaması olabilir. Her ayrı mesleğin mensubunun, kendi tanımlamasını görsel duyularını kullanmaktan ziyade, en iyi, en iş görür şekilde, mesleğiyle, hayata bakışıyla bağ kurarak yaratması doğaldır. Asgari müşterekte, ortak paydada buluşmaktır yapabileceğimiz. Sağlıklı, verimli bir iletişim için, anlaşmak için yaptığımız konuşmaların, tartışmaların verimli olabilmesi, ancak üstünde anlaşabileceğimiz bir uyuşma ile mümkün olabilir. Konuşmanın, en azından anlatmanın bir nevi olanaksızlığı burada devreye girer.

Dionysos Sayıklamaları, Poetika

Ersan Erçelik

Son Paylaşılanlar
Etiket Bulutu

Zen Meditasyon Zazen Aşk Şiir Bilgelik Poetika Zen Budizm Japonya Koan 

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
bottom of page