13 Eylül: Mevcut ânı hissetmek
- Ersan Kaan Erçelik
- 13 Eyl 2018
- 2 dakikada okunur
Mevcut ânı hissetmek, her an kendinin farkında olmak demektir.
Şimdiki zamana dair farkındalığımızı basit egzersizlerle artırıp buradalık hissini yoğunlaştırabiliriz. Beyinde bu süreci yöneten temel mekanizma algının öğelerini iki ila üç saniye süren zaman birimlerine bağlar. Beethoven'ın Beşinci Senfonisi gibi büyük sanat eserleri yardımıyla böyle bir deneyim yaşayabilirsiniz. Veya sadece rahatlayıp nefesinize odaklanabilirsiniz.
"Eski güzel günlerde" her şey daha iyi değildi. Aksine, zaman beraberinde birçok iyileşme de getiriyor. Harvard Üniversitesi'nden psikolog Steven Pinker'ın iddialarını düşünün. Pinker istatistiklere dayanarak, insanlar arasındaki şiddet olaylarının -hem savaşlar hem de bireysel olaylar açısından- tarih boyunca giderek azaldığına işaret ediyor. Ona göre, medeniyetin açıkça ortada olan teknolojik ilerlemesine ek olarak, birbirimizle etkileşime girme biçimimiz konusunda da daha az göze çarpan bir gelişme yaşandı. Başka birinin eliyle ölme ihtimali zaman içinde genel olarak azaldı. Ayrıca insanlar günümüzde başka insanların (ve hayvanların) çektikleri acılar konusunda daha fazla kaygılanıyorlar.
Bu kadar dramatik olmayan başka bir konunun da bizim amaçlarımız açısından birtakım içerimleri var: Bilinç konusu doğa bilimlerinde ana akım araştırmalara girdi; bilinçle ilgili araştırmalar artık avangard olarak görülmüyor. En iyi üniversitelerde konuyla ilgili araştırma yapan belli başlı sinirbilimciler ve psikologlar, biraz ironik bir şekilde, daha yirmi yıl önce araştırmacıların bilinçle ilgilendiklerini "itiraf edemediklerini" söylüyorlar. O günlerde kural, kadro alana kadar bilinçle ilgili araştırmaları ertelemekti. Bu uğraş ezoterik olarak görülüyor ve hakiki bilimsel araştırma için uygun olmadığı düşünülüyordu. Şimdiyse tam tersine bir bilinç patlaması yaşanıyor: En mütevazı beyin araştırmacılarının bile konuyla ilgili kendi görüşleri ya da kuramları var.
İlk bakışta doğa bilimleriyle uğraşan biliminsanlarının bilinç konusunu ele alıp almamaları ve onu anlamak için samimi bir çaba sarf edip etmemeleri çok önemli görünmeyebilir. Ama bilim ve tıbbın genel tarihini göz önünde bulundurmak lazım. Modem zamanların başlarında köpekler anestezi yapılmadan kesilip biçilirdi (dirikesim) ve bu uygulama hayvanların ruhsuz otomatlar olduğu inancıyla haklı çıkarılırdı. Bugün bilinç genellikle kademeli bir fenomen olarak görülüyor; birçok gelişmiş hayvan türünün çeşitli bilinç biçimlerine sahip oldukları ve dolayısıyla acı çektikleri kabul ediliyor. 1960'larda -sadece elli yıl önce- bilimsel psikolojinin insana bakışını, davranışçılık çizgisindeki uyaran-tepki yaklaşımı biçimlendiriyordu. Bu yaklaşımda bilince yer yoktu.
Başka olumlu gelişmeler de yaşandı. Örneğin Batı tıbbının ilkeleri çerçevesinde hizmet veren kanser klinikleri insanlara bu alandaki en güncel bilgiler temelinde teşhis koyuyor ve tedavi uyguluyor. Tıbbi gelişmeler hâlâ sürüyor ve kanseri yenme şansı giderek artıyor. Bu başarı büyük ölçüde erken ve çabuk teşhisten kaynaklanıyor; aynı zamanda tedavi yöntemleri de giderek daha fazla kesinlik kazanıyor.
Daha 1990'larda onkoloji kliniklerindeki insanlar korkularıyla tek başlarına yüzleşmeye terk edilirdi. Bu konuda hastalara pek bir profesyonel yardım sunulmazdı ve sık sık varoluşsal krizlere girerlerdi. Ölme ihtimali farkındalığın odağı haline geldiğinde sonuç feci olabilir; korku, depresyon, öfke ve yanlış umutlar ortaya çıkabilir. Bu hastalar için her şey değişir. Teşhisten önce yapılan ve yılları kapsayan gelecek planlan birden günlere ve haftalara indirgenir. Son on yıl içinde gündelik klinik uygulamalara psiko-onkolojik destek ve psikoterapi de eklendi. İnsanlar artık tedavi edilmesi gereken bedenlere sahip hastalar olarak görülmüyorlar; ruhsal ihtiyaç ve arzulan da ciddiye alınıyor.
Marc Wittman, Hissedilen Zaman, sayfa 46-48
