12 Haziran: Don Juan Matus'tan bir hikaye
- Ersan Kaan Erçelik
- 11 Haz 2018
- 4 dakikada okunur
"Şikayet ediyorsun, tüm hayatın boyunca şikayet ediyorsun, çünkü kararlarının sorumluluğunu üstlenmek istemiyorsun. (...) Başka bir insanın kararlarının sorumluluğunu üzerine alırsan, onun için ölmeye bile hazır olmalısın. Kararın ne olduğunun hiçbir önemi yok. Hiçbir şey, diğer bir şeye karşı ne daha fazla ne de daha az ciddidir. Ölümün avcı olduğu bir dünyada, küçük veya büyük karar diye bir şey yoktur. Sadece, kaçınılmaz ölümümüzün karşısında verdiğimiz kararlar vardır."
...
Bir zamanlar genç bir adam varmış, bir kentte beyaz adamların arasında yaşayan yoksul bir Kızılderili. Ne evi varmış bu adamın, ne bir yakını, ne de bir dostu. Bu kente “köşeyi dönme” umuduyla gelmiş, ama yoksulluktan, acıdan başka bir şey bulamamış. Arada bir eşek gibi çalışıp birkaç kuruş kazanırmışsa da bu onun ancak karnını doyurmaya yetermiş; çoğu zaman aşını dilenerek ya da hırsızlık yaparak bulurmuş.
Bir gün delikanlı kentin pazar yerine gitmiş. Ne yapacağını bilemeden sokakları bir aşağı bir yukarı arşınlamış. Orada satılan nimetleri aç gözlerle izlemiş durmuş. Kendinden geçmişçesine, nereye gittiğini de bilmeksizin, pazardaki kimi sepetleri devirmiş de yaşlı bir adamın üzerine yıkılıvermiş. Yaşlı adam dört koskoca sukabağı taşıyormuş; dinlenmek ve yemeğini yemek için henüz oturmuşmuş.
Don Juan kurnazca gülümseyerek yaşlı adamın, delikanlının onun üzerine yıkılmasını hayretle karşılamış olduğunu söyledi. Adamcağız tedirgin edilmesinden ötürü kızmamış da, o delikanlının kendi üzerine niçin devrildiğini merak etmiş. Oysa, delikanlı öfkelenerek yaşlı adama yolundan çekilmesini söylemiş. Bu karşılaşmaların ardındaki nedeni aklına getirmemiş bile. Yolların kesiştiği gerçeği hiç mi hiç dikkatini çekmemiş.
Don Juan, yuvarlanan bir şeyin ardından giden bir kimseye öykünerek, yaşlı adamın devrilen sukabaklarının yokuş aşağı yuvarlanarak gitmiş olduğunu söyledi. Genç adam sukabaklarını görünce, o günkü rızkının çıktığını düşünmüş. Yaşlı adama yardım ederek, ağır sukabaklarını taşımayı önermiş. Yaşlı adam ona dağlardaki evine gitmekte olduğunu söyleyince, delikanlı da, hiç olmazsa, yolun bir bölümünü onunla birlikte yürümek istemiş. Yaşlı adam, dağ yolunu tutmuş giderlerken, pazardan aldığı yiyeceklerden bir bölümünü delikanlıya vermişmiş. Genç adam yiyecekleri iştahla mideye indirip de karnı doyunca, sukabaklarının ne denli ağır olduklarının farkına varmaya başlayarak onları sıkıca kavramış.
Don Juan gözlerini açıp şeytanca sırıtarak genç adamın, “Bu sukabaklarında ne var?” diye sormuş olduğunu söyledi. Yaşlı adam yanıt vermemiş, ama genç adama onun acılarını hafifletecek, ona dünyanın işlerine değin ışık tutacak, bilgi verecek bir yoldaş, bir dost göstereceğini söylemiş. Don Juan ellerini gösterişlice devindirerek yaşlı adamın ortaya, delikanlının tüm yaşamı boyunca görmediği güzellikte bir geyik çıkarmış olduğunu anlattı. Geyik öyle uysalmış ki, delikanlının yanına gelip çevresinde dolanmaya başlamış. Her yanı pırıl pırıl parlıyormuş geyiğin. Gözleri kamaşan genç adamın dili tutulmuş da onun bir "tinsel geyik” olduğunu anlayıvermiş. İşte o zaman yaşlı adam delikanlıya, o dostu ve onun bilgeliğini istediği takdirde su kabaklarını bırakıvermesinin yeterli olacağını söylemiş.
Don Juan’ın sırıtışında tutku yansıyordu; bunu işiten genç adamın açgözlülüğünün kamçılanmış olduğunu söyledi. Delikanlının sorusunu dile getirirken don Juan’ın gözleri ufalmış, şeytanlaşmıştı: “Senin bu dört koskoca sukabağında ne var?” Don Juan, yaşlı adamın dingincesine, sukabaklarının içinde yiyecek şeyler bulunduğu yanıtını vermiş olduğunu söyledi: “pinole” ve su.
Sonra öyküyü anlatmasını keserek bir iki tur attı. Ne yaptığını anlayamamıştım. Ama herhalde öykünün bir parçasıydı bu. Attığı dairesel turlar, genç adamın karar vermek amacıyla kafa yorduğunu simgeliyor olmalıydı.
Don Juan genç adamın, elbet, kendine anlatılanlara inanmamış olduğunu söyledi. Delikanlı, bir büyücü olduğunu düşündüğü yaşlı adamın, sukabakları yerine bir “tinsel geyik” vermeyi önerdiğini, bu durumda sukabaklarının akıl almaz ölçüde güçlerle dolu olması gerektiğini hesaplamış. Don Juan yüzünü gene buruşturdu; şeytanca sırıtarak, delikanlının sukabaklarını istemiş olduğunu söyledi. Öykünün bittiğini imleyen uzun bir suskunluk oldu. Don Juan sessizce duruyordu, ama ona bir soru sormamı beklediğine kuşkum yoktu. Ben de sordum. “Sonra genç adama ne olmuş?” “Almış sukabaklarını,” diye keyifli bir gülümsemeyle yanıt verdi Don Juan. Uzun bir duraklama daha oldu. Ben güldüm. Bunun gerçek bir “Kızılderili öyküsü” olduğunu düşünmekteydim. Don Juan bana gülümserken gözleri ışıldıyordu. Saf saf yüzüme baktı. Birden yumuşakça gülerek sordu, “Sukabaklarında ne vardı, bilmek istemiyor musun?” “Elbet istiyorum. Ben öykü bitti sanmıştım.” Don Juan, gözlerinde haşarı ışıltılar, “Yoo, yoo,” dedi. “Delikanlı sukabaklarım alıp ordan kaçmış; gitmiş ıssız bir yere açmış onları.”
“Ne bulmuş içinde?” diye sordum. Don Juan bana bir göz attı; zihnimden geçirdiğim tahminleri okuduğunu duyumsamaktaydım. Don Juan başını salkıyarak kıkır kıkır güldü. “Söyle hadi,” diye asıldım. “Boş muymuş sukabakları?” “Sadece yiyeceklerle su varmış onlarda,” dedi. “Genç adam da öfkesinden, almış taşlara vura vura parçalamış sukabaklarını.” Bu tepkisinin pek doğal olduğunu söyledim— onun yerinde olan herkes aynı şeyi yapardı.
Don Juan yanıtında, genç adamın ne aradığını bilmeyen bir sersem olduğunu söyledi. “Erk” denilen şeyin ne olduğunu bilmediğinden, onu bulup bulmadığının farkına varamamış. Kendi kararlarının sorumluluğunu üstlenmemiş, bu yüzden, ettiği budalalık onu öfkelendirmişti. Bir şeyler kazanmak istemiş, hiçbir şey elde edememişti.
Don Juan, ben de o genç adam gibi kendi isteklerimin tutsağı olursam, benim de onun gibi öfkeleneceğimi, pişmanlık duyacağımı ve kuşkusuz, yaşamımın geri kalan bölümünü yitirdiğim şey yüzünden başımı taşlara vurarak geçireceğimi söyledi. Don Juan sonra yaşlı adamın davranışını açıkladı. Genç adama “tok bir midenin getireceği yürekliliği” verebilmek amacıyla onu zekice doyurmuş, delikanlı da sukabaklarının içinde yiyecek bulunca küplere binip, onları parçalamıştı. “Şayet verdiği kararın bilincinde olsa ve sorumluluğunu üstlenseydi,” dedi Don Juan, “o takdirde yiyecekleri alır, öpüp başına koyardı. Ola ki, yiyeceklerin de erk olduğunu kavramış bile olabilirdi.”
Carlos Castaneda, Don Juan'ın Öğretileri, "Ixtlan Yolculuğu"
