25 Mart: “Doğu Yolculuğu”: Kalbimizin doğusu ne yana düşer?
- Ersan Kaan Erçelik
- 25 Mar 2018
- 2 dakikada okunur
Hermann Hesse, Siddhartha’sıyla beni büyüleyeli uzun zaman oldu ama bir yazar olarak yolculuğu öyle ilginçtir ki her kitabında beni yeniden başka bir yolculuğa davet eder.
Doğu Yolculuğu, kahramanın cemiyet üyeliğine kabulüyle geçmiş zamanda çıktığı bir yolculuğu yazma girişimi gibi görünse de, geçmişin üstüne kişinin bakış açısına bağlı, öznel hatıraların yüküyle nefes alamadığı, kalemini oynatamadığı, takılı kaldığı bir tür itirafname:
“Öyle şeyler görür ki uzaklara giden biri, Gerçeklik sandığı şeyden çok uzaktır. Yurdunda anlattığında sonra bunları. Çoğunlukla yalancıya çıkar adı. Dikkafalı halk inanmaz ona, görmemişse, açıkça hissetmemişse. Tahmin ederim ki, toylar da, Şarkıma pek inanmayacaktır.”
Hesse’nin diğer kitaplarından kahramanlardan ayrı olarak buradaki kahramanın çaresiz oluşu, dönüşümü uygulayacak yetenekten, neler dönüp bittiğini anlayacak kavrayıştan uzak oluşu, onu farklı kılar. Belirsiz bir zaman ve mekânda kaybolan hatıraların kalan kırıntıları, kahraman azap vermekte ama kahramanımız bundan adeta gizli bir zevk almaktadır.
Bu kadar kısacık bir kitaba, bizim yarıda bıraktığımız, vazgeçtiğimiz, yılgınlığa kapılıp nefesimizin kesildiği onca yolculuğu da katıyor Hesse: “En büyük arzum, cemiyet’in bir tarihini yazmak olmasa bile (çok iyi donanımlı bir alimler ordusu bile yapamaz bunu), basitçe yolculuğumuzun öyküsünü anlatmak. fakat en ufak bir ilerleme gösteremiyorum. bunun yazın yeteneğiyle ilgisi yok, bu yeteneğe sahip olduğumu düşünüyorum, zaten hiçbir iddiam yok. hayır mesele şu: bir zamanlar arkadaşlarımla birlikte yaşadığım gerçeklik artık yok ve bununla ilgili anılar sahip olduğum en değerli ve en canlı şeylerse de, o kadar uzakta gibiler, o kadar başka bir dokuya sahipler ki, sanki başka yıldızlarda, başka binyıllarda gerçekleştiler ya da sanki ateş nöbetinde sayıklamalardı.”
Yazar amacını açıklarken her ne kadar iyi niyetli olduğunu düşünse de, zamanın ve kendi belleğinin ihanetine uğramadan edemiyor:
“Bana öyle geliyor ki, dünya tarihi, insanların en şiddetli, en kör arzusu olan unutma arzusunu yansıtan bir resimli kitaptan başka bir şey değil. Her yeni kuşak bir önceki kuşağın en önemsediği şeyleri yasaklarla, susup geçiştirmelerle, alaylarla yok etmiyor mu? Yıllarca süren büyük, dehşet verici bir savaşın bütün halklar tarafından yıllar yılı unutulduğunu, inkâr edildiğini, bastırıldığını ve sanki sihirle yok edildiğini ve şimdi azıcık dinlenip kendine gelen bu halkların, birkaç yıl önceki budalalıklarını ve acılarını sürükleyici savaş romanlarıyla anımsamaya çalıştıklarını görmüyor muyuz?
Cemiyetimizin bugün unutulan ya da dünya tarafından alaya alınan eylem ve elemleri nin yeniden keşfedileceği gün de elbet gelecek, ki benim notlarım buna biraz olsun katkıda bulunmayı amaçlıyor.”
Hesse’nin bu kitaptan sonra 11 yıllık bir sessizliğe gömülmesi, belkide o hep anlatmak isteyip hiç anlatamadığı ya da yalnızca kıyısına yaklaştığı yolculuğun deneyimi karşısında duyduğu boşunalıktan kaynaklanıyor olabilir.
“Doğu’ya giden bir hac yolculuğuna, görünüşe bakılırsa, özel amaçlara sahip eşsiz bir hac yolculuğuna katılmıştım oysa gerçekte, daha yüce ve asıl anlamıyla, bu Doğu seferi ne yalnızca benimkiydi ne de yalnızca şu andaki seferdi; inananlar, kendini adayanlar kafilesi Doğu’ya, ışığın yurduna, hiç durmadan, ebediyen akıp gidiyordu; bu kafile tüm yüzyıllar boyunca yoldaydı, ışığa ve mucizeye doğru ilerliyordu ve biz kardeşlerin her biri, gruplarımızın her biri, evet tüm alayımız ve büyük seferimiz, ruhların Yarın’a, yurda ulaşma çabasında, ruhların ebedi ırmağında yalnızca bir dalgaydı. Bu bilgi yıldırım gibi sarstı beni, aynı anda da, çömezlik yıllarımda öğrendiğim ve aslında tam olarak kavrayamamışsam da hep çok beğendiğim bir söz, şair Novalis’in sözü doğdu yüreğimde: ‘Nereye gidiyoruz böyle? Eve, hep eve.’ ”
Nereye gidersek gidelim, ister kitap okurken ister yolda, sanırım hep kalbimizin doğusuna düşenlerin peşindeyiz.
