top of page

1 Şubat: İki Kötü Tuğla

  • Yazarın fotoğrafı: Ersan Kaan Erçelik
    Ersan Kaan Erçelik
  • 31 Oca 2018
  • 4 dakikada okunur

1983 yılında manastırımızı inşa etmek için aldığımız arazinin ardından cebimizde kuruş kalmamıştı; borç içindeydik. Aldığımız arazinin üzerinde binayı bırakın, küçük bir kulübe bile yoktu. İlk birkaç haftayı hurdacıdan satın aldığımız eski kapılar üzerinde uyuyarak geçirdik. Yerden yüksekte yatabilmek için kapıların köşelerinin alt taraflarına taşlardan destek yapmıştık. (Altımıza serebileceğimiz döşeklerimiz bile yoktu ve evet, biz orman keşişleriydik.)

Başkeşişin kapısı en iyisiydi; dümdüzdü. Benim kapımın ortasında, kapı kolunun olması gereken yerde oldukça büyük bir delik vardı. Kapı kolunun çıkarılmış olmasından memnundum, fakat ne yazık ki kapıdan yatağımın tam orta yerinde bir boşluk vardı. Tuvalete gitmek için yataktan kalkmama gerek olmadığını söyleyerek espri yapıyordum. Fakat acı bir gerçek vardı ki, delikten sızan soğuk hava yüzünden bazı geceler uyuyamıyordum.

Ceplerinde para olmayan ve barınma ihtiyaçları olan keşişlerdik biz; işçi bulamazdık. Zaten ihtiyacımız olan malzemeler de oldukça pahalıydı. Bu nedenle inşaat yapmayı öğrenmek zorundaydım: temel nasıl atılır, çimento ve tuğlalar nasıl yerleştirilir, çatı nasıl kurulur, su tesisatı nasıl yapılır... Ve bütün bina! Daha önceleri fizik teorisyeniydim ve bir dönem de öğretmenlik yaptığım için fiziksel güçle çalışmaya alışkın değildim. Fakat birkaç yıl sonra inşaat işinde uzmanlaştım, hatta keşişlerden oluşan ekibime, BİS (Budist İnşaat Şirketi) adını verdim. Fakat ilk başlarda çok zorluk çektim.

Tuğla örmek öyle göründüğü kadar kolay değildi; alta biraz sıva yap, biraz o köşeye vur, biraz da buraya... Tuğlaları örmeye başladığımda, hepsinin aynı seviyede olmasını sağlamak için bir köşeye vurunca, diğer köşe havaya kalkıyordu. Dolayısıyla ben de diğer köşeyi çakıyordum, bu defa da tuğlaların sırası bozuluyordu. Yeniden hizaladığımda ilk köşe tekrar çok yüksek kalıyordu. Sürekli deneyip duruyordum.

Keşiş olduğum için sabra ve ihtiyaç duyduğum kadar zamana sahiptim. Ne kadar uzun sürerse sürsün, her bir tuğlanın mükemmel olması için özenle çalışmaya devam ettim. Sonunda birinci duvarı tamamladım ve ayağa kalkıp onu hayranlıkla izlemeye koyuldum. Duvarı incelerken fark ettim ki... Hayır, olamaz! İki tuğlayı gözden kaçırmışım. Diğer tuğlaların hepsi tam hizada görünüyorlardı, fakat o iki tuğlanın açıları hatalıydı. Berbat görünüyorlardı. Tüm duvarı berbat etmişlerdi. Özenli çalışmam mahvolmuştu.

Artık çimento kuruduğu için tuğlaları sökmek çok zordu. Bu nedenle başkeşişe, duvarı yıkıp, hatta daha da iyisi havaya uçurup, onu yeniden örüp öremeyeceğimi sordum. Bu inşaat işini elime yüzüme bulaştırmıştım; utanç içindeydim. Başkeşiş bu isteğimi reddetti. Duvar böyle kalmalıydı.

Taze manastırımızı görmeye gelen ilk ziyaretçilerimize etrafı gezdirirken, yaptığım duvardan onları uzak tutmaya çalışıyordum. Başkalarının hatamı görmelerinden nefret ediyordum. Yaklaşık üç ya da dört ay sonra kulübe bitmişti ve bir gün yürüyüş yaptığımız ziyaretçilerden biri duvarı gördü.

“Ne kadar güzel bir duvar,” dedi sıradan bir ifadeyle.

“Beyefendi,” dedim şaşkınlıkla, “gözlüklerinizi arabada mı unuttunuz? Ya da göz rahatsızlığınız mı var? Duvarın eğimini bozan, yanlış yerleştirilmiş tuğlaları göremiyor musunuz?”

Bu sorum üzerine ziyaretçimizin söylediği sözler, duvara ve hayata olan bakışımı tamamen değiştirdi.

“Evet,” dedi. “O iki tuğlayı görebiliyorum. Fakat aynı anda, kusursuz bir biçimde yerleştirilmiş olan 998 tane tuğla daha görebiliyorum.”

Çok şaşırmıştım. Üç aydan daha fazla bir süreden sonra, duvardaki iki kötü tuğlanın haricindekileri ilk defa görebiliyordum. İki yanlış tuğlanın sağındaki, solundaki, altındaki ve üzerindeki düzgün, kusursuz tuğlaları görebiliyordum. Dahası, o mükemmel tuğlalar diğer iki tuğladan çok, hem de çok fazlaydı. Önceleri, yaptığım yanlışa o kadar çok yoğunlaşmıştım ki, diğer her şeye karşı körleşmiştim. Bu nedenle o duvara bakmaya veya diğer insanların bakmalarına tahammül edemiyordum. Bu nedenle onu yıkmak istiyordum. Ama artık düzgün tuğlaları görebiliyordum, duvar gözüme eskisi kadar kötü görünmüyordu. Evet, misafirimizin dediği gibi o, “güzel bir duvardı.” Bugün, aradan yirmi yıl geçmiş olmasına rağmen, hâlâ orada durmaya devam ediyor, öyle ki yanlış yerleştirdiğim tuğlaların yerlerini bile hatırlamıyorum artık. Evet, evet onları göremiyorum.

Ne kadar çok insan eşlerinde sadece o “iki kötü tuğla’yı gördükleri için ayrılıyor ya da boşanma kararı alıyor? Kaçımız kendimizde gördüğümüz tek şeyin o “iki kötü tuğla” olması nedeniyle depresyona giriyor ve hatta intihar girişiminde bulunuyoruz? Aslında hatalarımızın altında, üstünde, sağında, solunda pek güzel, hatta mükemmel tuğlalar var, ama bazen onları göremiyoruz. Bunun yerine, gözlerimiz her bakışta sadece hatalara odaklanıyor. Gördüğümüz ve düşündüğümüz tek şey hatalarımız olduğu için de onları yok etmek istiyoruz. Ve bazen, ne yazık ki, “çok güzel bir duvar”ı yok edebiliyoruz. Hepimizin iki kötü tuğlası var, fakat içimizdeki kusursuz tuğlalar, hatalı olanlardan çok daha fazla. Onları bir kez görsek, aslında hiçbir şeyin sandığımız kadar kötü olmadığını da göreceğiz. Hatalarımızı benimseyerek kendimizle barıştığımız anda, eşlerimizle bir arada yaşamaktan da keyif almaya başlayacağız. Bu haber boşanma avukatları için kötü olsa da sizin için oldukça iyi bir haber.

Dinleyicilerime bu anekdottan çok söz ederim. Bir keresinde, bir inşaatçı bana geldi ve bir meslek sırrını açıkladı:

“Biz inşaatçılar her zaman hata yaparız, fakat müşterilerimize, inşa ettiğimiz evlerin bu nadide özellikleri’ ile mahallede bulunan diğer evlerden ayrıldığını söyleriz ve onlar da karşılığında bize fazladan para verirler.”

O halde, sizin evinizdeki “nadide özellikler” de hatalar sonucunda meydana gelirler. Aynı zamanda sizin kendinizde hata olarak görüp, kabul ettiğiniz özellikler eşinize ya da diğer insanlara “nadide özellikler” olarak görünebilir. Bu nedenle onları eksiklik olarak görmekten vazgeçmelisiniz. Yine aynı şekilde kendinizde, eşinizde ya da genel olarak yaşamın içinde hata olarak gördükleriniz, sürekli onlara odaklanmayı bıraktığınız anda, nadide birer özelliğe dönüşebilir.

Ajahn Brahm, “Kalbinin Kapılarını Aç, Aydınlanma Üzerine Budist Hikayeler”, Çeviren: Güneş Öztürk)

 
 
 
Son Paylaşılanlar
Etiket Bulutu

Zen Meditasyon Zazen Aşk Şiir Bilgelik Poetika Zen Budizm Japonya Koan 

  • Facebook Social Icon
  • Twitter Social Icon
  • Google+ Social Icon
bottom of page